top of page

Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu- Salah Birsel (Kitap Analizi)

  • SABO KOSİMOVA
  • 30 Kas 2018
  • 6 dakikada okunur

Kitap incelemesi :Sabo Kosimova

237sayfalık SEL Yayıncılığın 2016 Ocak baskısı olan bu kitabın öncellik ile ‘’tür’’üne değinmek istiyorum.

Gezi yazısı /gezi rehberi tarzında sanıp bodozlama daldığım bir heves ile okumaya başladığım bu eseri hayal kırıklığı ile bitirdim, gezi yazısı böyle olmamalıydı.

’Başlarken’’adlı bölümde

‘’bu kitap Beyoğlu’nu anlatır. Adım başında pık pık gülmeler, ahlamalar, kalgımalar, ifildemeler, çakçaklanmalar ’’ işte bu beni kitaba daha da ısıtmıştı ki çok geçmeden bu tanımdaki beklentiyi tam anlamı ile karşılamadığını hissettim.

Kitabın, kapakta belirtilen ‘’deneme’’ türüne de ait olduğunu da sanmıyorum çünkü okuduğum alışılmış denemelerin çok dışında üzerinde konuştuğu kendi fikirlerini açıkça aktardığı çok düşünce yok .

Biraz da ‘’anı ‘’ örneğine yakın , kendi anılarından çok başkalarının anılarını aktarmış, kendinden bahsettiği yerlerde ise yazan kişinin 3.cü kişiymiş gibi bir anlatım tekniğini kullanmış ama tam anı da diyemeyiz.

Ne deneme ne anı ne gezi yazısı ne şiir kitabı aslında hepsinden birkaç eksik parça ve kendine özgü yeni bir tür.

Bence düz yazının ‘’garipçi’’sidir Salah Birsel…

Kaynakça dahil 22bölümden oluşan bu kitabın bir bölümünü ayırması ve diğer bölümlerde de ara ara değindiği Orhan Veli’ye önemli bir yer ayırıyor yazarımız, kimi yerlerde her ne kadar eleştiriyor gibi görünse de aslında garip akımına ve bunun en önemli temsilcisi olan Orhan Veli’ye karşı ilgisi hissediliyor.


Orhan Veli (sf 105-110):

Orhan Veli ile Salah Birsel Nisüaz’da tanışırlar. İlk tanıştıklarında, uzun mu uzun boyu, hallaç pamuğu gibi atılmış yüzü, sarkık dudağı ve bobstil giyinişi yüzünden Orhan Veli’yi ’zeka gerisi’’zannediyormuş konuştukça bunun böyle olmadığını anlamış tam tersi keskin zekalı olduğunu ince hesapları düşünen , karşısındakine büyük değer veriyormuş gibi davranır iken cümlelerin altında kendi propogandasını sokuşturacak kadar zeki olduğunu dile getirir,

30 kuruşluk kahve için verdiği bahşişle kendisinin bir yılı denkleştirebileceğini düşündüğünden de Orhan Veliye içten içe kızmış Orhan bu olağanüstü bahşiş ile Nisüaz’ın piyasa dengesini bozmuş oluyordu.

Aslında tanışmadan önce de Orhan Veli'yi yakından takip ederdi Salah Birsel. Orhan Veli'yi üne kavuşturmak için elinden geleni yapmaya çalışan Nurullah Ataç'ı eleştirir çünkü Ataç , Mehmet Ali Sel'in Orhan Veli'nin takma adı olduğunu bile bilmediğini tespit eder.

Yazar kimi kısımlarda Orhan Veliyi eleştiriyor gibi görünse de garip akımına, Orhan Veli’nin ince hesaplarına,keskin zekasına hayranlık ve saygı duyuyor.

‘’Bu, Nisuaz döneminin son bulmaya başladığı yıllardır artık. Orhan Veli de 1950 yılında ölebilmek için son hazırlıklarını yapmaktadır’’ diye bitirir bu bölümü, ‘’ölmek için hazırlanma ne demek’’ bu benim kafamı çok karıştırdı yazarımız bu ölümün intihar olduğunu mu ima etmeye çalıştı , hatırladığım kadarı ile belediyenin açtığı çukura düştü mü atladı mı diye düşünmeye başladım o an neyse ki

Haberleri tekrar araştırdığımda kamuoyuna duyurulduğu kadarı ile :

Orhan Veli bir gece sokakta bir belediye çukuruna düştü ve başından yaralandı, bi iki gün sonra arkadaşında yemekte fenalık geçirdi ve hastaneye kaldırıldı. Alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi edildi, ancak beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşıldı yani düşme sonucu ölmedi daha sonra bu sebep ile kafasına aldığı hasar sonucu öldü yani çukur bu kadar derin değildi, yani kesinlikle intihar olamaz bu talihsiz bir kaza

Ah Salah Bey niye kafamı bu sorular ile doldurdunuz ‘’ölmek için hazırlanmak ne demek’’…


Nisuaz Kahvesi:

Nisuaz Beyoğlunda bir kahve sf 79-87 Nisuaz Edebiyat Fakültesi ve bir sonraki bölüm olan Sanat öfkeyle başlar sf. 88de bu kahvehaneyi anlatır, gelen giden herkesi yazmış, doğrusunu söylemek gerekir ise bu iki bölüm bana Nisuaz hakkında hiçbir şey hissettirmedi ta ki Orhan Veli ‘ye gelene kadar

‘’Nisüaz Orhan Velinin, Orhan Velinin de Nisüazındır. İstanbul’a geldiği vakitler oraya uğramadan edemez’’



ve işte o an bir kez daha kanıtlanmış oldu ki :

Önemli olan laf kalabalığı değilmiş sözlerin yoğunluğu ve söyleyen hakkında söylenilenmiş... Bilmiyorum bu konuda siz ne düşünürsünüz ama fazla ayrıntıya girmesi ve tanıdığım tanımadığım bütün isimleri saymasından ziyade o mekanlar ile özdeşleşen belli başlı isimleri sayıp yani az ama öz bir bilgi aktarımını tercih ederdim daha doğrusu imkanı olan hemen hemen her sanatçı illa ki dönemin çok meşhur bir yerinde oturup bi çay kahve içmiştir bu yüzden bütün sanatçıların isimlerini saymak ne kadar ilgi çekici bilemiyorum,

yani biraz da günümüz magazin haberlerine benzettim kitabın ayrıntılarını ‘’kim nerede görüntülenmiş’’gibi… Tek farkı şuan oyuncular rağbet görülür iken kitabımızda konu olan aktörler daha çok edebiyatçı zümresinden oluşmakta

Bunu bu şekilde eleştirmem kitabın tamamını beğenmediğim anlamına gelmez sadece beklentimi tam olarak karşılamadı Beyoğlu’nun elit çevresini ve kahvelerini hissettim bazen de ayrıntılar arasında duygudan uzaklaştım bu yüzdendir ki kimse kırılmasın diye isimlerini tek tek yazmaktansa yazma amacındaki töz ile kalmasını tercih ederdim

Aralara şiirler serpiştirilmesi de ayrıca hoşuma gitti

İlgimi çeken asıl kısımlara değinmek istiyorum:

Ankara Pastanesi (sf 111-122):

‘’1940larda Petrograd Pastanesi’nin adı Ankara Pastanesidir ama bütün yazarlar ona sadece Petrograd derler’’ diye başlar bölüme ve devamında yazarın Haraşo sözcüğüne atlamadan önce : Petrograd’a değinmesini isterdim ‘’Grad’’slav dillerinde şehir anlamına gelir ve PetroGrad da Petronun şehri /Petro’nun yeri Diyerek genel kültür takviyesi ile okurları çekmesini isterdim ama o bunun yerine anlamını bilmediği haraşo sözcüğüne atlayarak :

‘’Haraşo, Rusça ‘’Müsaade edermisiniz? ,’’Lütfen’’anlamlarına gelen bir sözcüktür’’ diyerek bunun nasıl ‘’beyaz rus kadını ‘’anlamına evrildiğini anlatmaktadır.

Birincisi Haraşo değil Horoşo diye yazılmalı

İkincisi ise ‘’tamam’’ ‘’olur’’ ‘’iyi’’anlamlarına gelir. Yani yazarın bu çevirisi baştan sona yanlış.

Yazarın buradaki hatası beni ‘’acaba diğer yazdıkları ne kadar doğru’’ şüphesine itti , zira Rusça bilmeseydim bu horoşo açıklamalarına da inanacaktım belki…


Pastaneye dönecek olur isek Petrogradın bir özelliği de sabaha kadar açık olması

Bu bölümde geçen okuduğumda beni gülümseten bi anıyı paylaşmak isterim(sf112) : Günün birinde Necip Fazıl ile Fikret Adil birer yazı yazıp Cumhuriyet’ten para koparabilmek için kaleme sarılırlar .Necip Fazıl’ın yazısının adı ‘’Açlık’’tır.Tam o sırada Fikret’in bir arkadaşı gelir derken bunlar üç’ü Amerikan Lokantasına gider yemekten sonra yine yazılarını bitirme için Petrograd’a dönerler bir de kahve ısmarlarlar .Gelin görün ki yazı bir türlü bitmek bilmez. Bunun üzerine Necip Fazıl :

-Allah belanı versin. Karnım doydu,açlık düşüncelerim kayboldu. (der ve önündeki kağıdı buruşturup atar)


Sait Adında Bir Balık bölümünde

Sait Faik ile Alexandra aşkı anlatılmaktadır daha doğrusu Sait’in Alexandraya olan karşılıksız güzel aşkı :

’Ulan diyorum kendi kendime ,bu kızcağız da insan,onun da bir dünyası var.Onun dünyasına giremedikten sonra neye yarar?Üstelik de deli gibi sevdiğim bir kadın bu . Kara gözlerini mi ,kara saçlarını mı ,yarım yarım konuştuğu Türkçesini mi ?Nesini seveyim bu kadının Ama seviyorum neden sevdiğimi bilmediğimden. ‘

Kutu Lokantası :

Haftada bir sanatçıların toplandığı bir yer ve o akşam Asaf Halet Çelebi masanın üstüne çıkıp şiirler okur

Lebon (sf33-46):

Servetifünunculardan hececilere kadar neredeyse her sanatçının gözdesi olan bu pastane aralarında en meşhurlarından , zaman zaman yer ve el değiştirmesine rağmen popülerliğini özen ile korumuştur . Birsel’in tespitlerine göre Lebon’un 4tür müşterisi vardır:

  1. Sabah keyfi yapanlar( Yahya Kemal en meşhuru)

  2. Öğle yemeğine gelenler(genellikle iş adamları)

  3. Beyoğlu’na alışverişe çıkan kadınlar. Çay içerken de Lebon’un dördüncü tür müşterilerinin yüreklerini oynatırlar.Çünkü 4.cü müşteriler:

  4. Edebiyatçılar ve ressamlardır


Chez Lebon (Lebon’da)

Tout est bon (her şey yolunda)


Tepe Bahçesi:

Burada tiyatrolar düzenlenir , tiyatro oyuncularından biri de Semiha .

’O vakitler Nazım,Semiha Berksoy’un her şeyiyle yakından ilgilenmektedir.Sesine,sanat yeteneğine çok değer veriyordur.Kimi günler ona ‘’Yorgunum bana bir şey okusana’’der.Semiha da ona Schumann’dan Beethoven’den yürek parçalayıcı parçalar okur. Semihanın yanında koca Nazım sanki çocuklaşıyor,coşuyordur. Bir gün onun karşı kaldırıma geçişini seyretmş,sana uzaktan bakmak yürüyüşünü görmek hoşuma gidiyor demiştir.

Nazım Hikmet’e onu yıllar bekleyen Piraye’ye ettiği ihaneti yüzünden kırgındım Şiirlerinden Pirayeyi ve Vera’yı tanırdım iki kadın arasında kıyaslama yapardım , Semiha Berksoy da nereden çıktı dedim bölümü okur iken hemen araştırmaya başladım Semiha bunlarda da önce saklı ve yarım kalmış bir aşkmış , ayrılırlar Semiha eğitim için başarıdan başarıya koşacağı Avrupa’ya gider iken Nazımın da 1 yıl sonra cezaevinde sürdüreceği hayatına döner ama ikili yine de mektuplar ile arkadaşlıklarını yıllarca sürdürürler.

Markiz pastanesi:

Haldun Taner’in deyişi ile en bireysel kahvelerden biri. Burada her masa kendi başına bir adadır.

Viyana Kahvesi(sf 124) :

Daha çok ressamların kahvesidir ,

Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Mari’nin aşkına değinilir. Karadut şiirini de onun için yazmıştır :

‘’Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın a gülüm Günahımsın, vebalimsin. Yoluna bir can koyduğum Gökte arar iken yerde bulduğum’’





Son olara ta Şair ve şiir hakkında hoşuma giden yorumlar

‘’Şair de okur da kendi alemlerinde kalacak; birbirlerine rastgelince gülücük ile selamlaşacaklar, ama yine de birbirinin sırrını bilmeyecekler…Şiirde asıl asalet bu değil midir?’’ (sf 107) , benim hissettiğim karşılaşma : şiiri okurken yazarın yazış sebebi ile okurun kendi aleminden yola çıkarak etkilenmesinin arasında bir karşılaşma ve birbirlerinin sırrına ermeden ortak duygularda buluşmak ise şiiri mucizevi bir şekilde asil kılıyor…


‘’Şair ,çocuklarına hep aynı renk ve biçimde giysi giydirmek isteyen babadan çok ,küçük kardeşlerinin hangi renk ve biçimde giysi içinde daha güzel ,daha sevimli olabileceklerini ,onların hareketlerinden ve sözlerinden anlayarak onlara istediklerini giydiren anlayışlı bir ağabey olmalıdır’’ (sf116)

Bir sonuca bağlamam gerekir ise

Kitabı beğenip beğenmediğim konusunda içimde çetrefilli duygular yaşıyorum ama şunu kesinlik ile diyebilirim ki her ne kadar birkaç yerde gözden kaçırılan yada bilinmeyen yanlışlıklar olsa da ,bana göre magazinvari bulduğum detaylara inilse de gerçekten çok emek ve entelektüel birikim sarfedilmiş kıymetli bir kitap, fazla isim ve bilgiden ,’’bildiğim her şeyi aktarmalıyım’’ düşüncesinden ziyade duyguları daha çok ön plana koysa idi gerçekten tadından yenmezdi.

Ayrıca ne yazık ki eski İstanbul’un anlatılan bu kahvehaneleri günümüzde artık yoklar.

Şairlerin, yazarların, ressamların toplanıp sanat konuşabildiği , ülke meseleleri üzerine konuşabildiği düzenli uğradığı bu samimi yerler günümüzde ne kadar var tartışılır bir mesele, insanların genellikle bireyselleşmeye yöneldiğini görüyoruz. Veya toplanıyorlarsa bile bunu bir veya birkaç mekana sadakat ile yaptıklarını düşünmüyorum. Rastlamadım.

Ama üniversite öğrencilerin bu geleneği sürdürmeye devam ettiğini rahatlık ile söyleyebilirim.

Şuan içinde bulunduğum İstanbul Üniversitesi gençleri ülke meselelerini yalnızca kampüste değil toplandığı mekanlara da taşıyorlar, okuldaki kulüpler veya örgütlenmelerin özellikle seçtiği ve sadakat duyduğu mekanlar var.

Örneğin Perşembe günleri biliyoruz ki Bolton Watt cafenin önü motorcular ile ve onların motorları ile dolacaktır. Çünkü bizim kuzgunlar haftalık toplantı için buraya uçmuşlardır.

Biliyoruz ki fokurtu cafede gündem, teorik veya pratik tartışmalar yürütülüyor, çünkü bizim Siyasallılar ya Antik kafede ya da Fokurtuda kaynaşıyor.

Umarım gençliğimizin en güzel hatırasına sahip bu mekanlar gelecekte de olmaya devam edecektir. Ve her birimiz öğrencilik hayatımız dışında da burada bir arada toplanıp hatıralarımızı yad edip bilim,siyaset ve sanat konuşmaya devam edeceğiz.




( Ayrıca bu kitaba da atıfta bulunduğum şiirimi okumak isterseniz :


Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
archive
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
  • ...
  • #Churchill
  • Sabo HEPİNİZ için_Yukarı baktiğinizda MAVİ-BEYAZ_Aşağiya baktiginizda KAHVERENGI-YEŞIL_Etrafiniza ba
  • Benim minik Kuş'um _3_My sister ♥ my bird
bottom of page