21.yy'da Soykırım
- Eirene Feronia
- 28 Eyl 2020
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Kas 2020
‘’Soykırım’’ veya ‘’Holocaust’’ denilince aklımıza ne geliyor?
II.Cihan Harbi , Adolf Hitler, Yahudi soykırımı, Nazi kampları ve bu olay ile ilgili sayısız filmler geliyor değil mi?
Peki o tarihler kadar geriye gitmesek, daha yakınımıza bakarsak, günümüze bakar isek aklınıza ne geliyor? Hiçbir şey.
Ne yazık ki dünya gündeminde kendine yer bulamamış, önemli insani bir sorun. Uygur sorunu…
Uygur halkının Çinlilerin zulümlerine karşı hayatta kalma mücadelesi.
Evet, yazımda Uygurların yaşadığı insan hakkı ihlaline değineceğim.
Doğu Türkistan ve Çin dışında yaşayan Uygurlar, Doğu Türkistan'da yaşayan aile üyeleriyle iletişimlerini kaybediyorlar.
Şimdi, Uygur diasporasındaki hemen hemen her ailenin kayıp bir akrabası veya sevdiği biri var.
Bu kadar çok kayıp olan kişiye ne oldu? Neredeler? Çoğu toplama kamplarında.
Zorla gözaltına alınmadan önce kendilerine tutuklanma emri verilmedi veya yargılanmadılar, hiçbirine karşı resmi bir suçlama yapılmadı kampa alınmaları için uygur olmaları yeterli.
Bu nedenle kamplar, modern insanlık tarihindeki en büyük devlet destekli zorla kaybetmeler ve keyfi gözaltı vakalarını oluşturmaktadır.
Doğu Türkistan dışında yaşayan Uygurların tutuklu arkadaşlarının ve aile üyelerinin hala hayatta olup olmadığını bilmelerini neredeyse imkansız.
Ayrıca Uygur mültecilerinin ve sığınmacıların çoğu zorla Çin'e geri gönderildi. Daha iyi bir yaşam için baskıdan kaçmak isteyenleri susturmak, Çinli yetkililer tarafından tekrarlanan ve sürekli bir uygulama olmuştur. Çin, baskıcı rejimini yurtdışında da devam ettirdi. Çin'in yabancı bir hükümet üzerindeki baskısının ardından Uygur mültecilerin veya sığınmacıların zorla geri gönderildiği birçok durum oldu.
Yalnızca son 15 yılda, 300'den fazla Uygur 16 farklı ülkeden zorla iade edildi ve dönüşlerinde ortadan kayboldu.
Aralık 2009'da 22 Uygur Kamboçya'dan Çin'e geri gönderildi ve ortadan kayboldu;
Temmuz 2015'te 109 Uygur, Taylandlı yetkililer tarafından Çin hükümetine teslim edildi ve ortadan kayboldu;
Temmuz 2017'de Mısır'da yirmiden fazla Uygur öğrenci Çin'e geri gönderildi ve ortadan kayboldu.
Daha yakın zamanlarda, Nisan 2018'de, Almanya'daki 22 yaşındaki Uygur sığınmacı genç bir kişi Çin'e geri döndü ve o zamandan beri ondan haber alınamıyor. Avukatının ve Alman hükümetinin girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı.
Nitekim, son üç yılda 1.8-3 milyon Uygur'un keyfi olarak gözaltı kamplarında gözaltına alınması ışığında, ÇKP birçok kez Uygur halkına karşı zorla kaybetmeler kullandı ve bu da Çin hükümetinin soykırım kampanyasının bir parçası haline geldi.
Aralık 2019'da BM uzmanları, 2017'de zorla kaybedilen ve nerede olduğu bilinmeyen bir akademisyen olan Tashpolat Tiyip'in kaybolmasıyla ilgili endişelerini dile getirdi. Benzer şekilde, önde gelen aktivist Rushan Abbas'ın kız bulaştı Dr. Gulshan Abbas, 2018'de kayboldu ve yakın zamanda açıklanmayan bir yerde gözaltına alındığı doğrulandı.
Çin'in 1949 yılından bu yana hakimiyeti altında tuttuğu Doğu Türkistan'ın kırsal kesimlerinde etrafı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devam ediyor. Uydu görüntüleri, Doğu Türkistan çöllerinde inşa edilen ve içinde yüz binlerce Uygur Türkü'nün tutulduğu toplama kamplarının son bir yılda tam 3 katı büyüdüğünü ortaya koyuyor.
2014 yılında Çin'in kuzeybatı Sincan eyaletinde kurulan toplama kamplarında, yüzbinlerce Uygur, Kırgız, Hui ve Kazak Müslümanını orada hapsediyorlar
Uluslararası Af Örgütü'ne göre, şu anda bir milyon Uygur yargılama yapılmaksızın veya herhangi bir neden göstermeksizin alıkonuldu. Ancak bu kamplarda zorunlu çalışmaya ek olarak, tutukluların organlarının satıldığı söyleniyor.
Bu kampların varlığını uzun süre reddettikten sonra Çin, Ekim 2018'de onları "eğitim yoluyla dönüşüm kampları" adı altında resmen tanıdı. Tutukluların çok azı çıkabildi.
Müslüman Uygur Türklerini kamplarda topladığı yönündeki suçlamaları reddeden Pekin, Doğu Türkistan genelinde inşa edilen söz konusu yapıları, dünyaya "eğitim merkezi", "rehabilitasyon merkezi" ya da "mesleki eğitim merkezi" olarak lanse ediyor.
Etrafı kalın duvarlarla çevrili kamplarda güvenlik kulübesinden gözetleme kulelerine ve dikenli tellere kadar her şey mevcut. Bu nasıl bir eğitim merkezi? Bu eğitim merkezinden çok yüksek korumalı hapishaneyi andırıyor.
Meslek edindirme kursu yalanını çürütecek bir diğer şey: universite mezunu, hatta okulda ogretim gorevlisi, profesor ve yazarların da iceri alınmalarıdır. Bu da gosteriyor ki amaç insanları eğitmek ve topluma kazandırmak degil ,onları sindirmektir.
Ayrıca bu kamplarda Uygurlar köle işçiliğine zorlanılıyor.
Çin’in Uygur halkına soykırım uyguladığının bir diğer en önemli göstergesi kadınlar üzerinde yapmış oldukları politikalardır.
Kadın Uygurlar, özellikle kırsal alanlarda, zorla kısırlaştırma ve kürtaj vakalarında, onurları ve bireysel hakları ağır şekilde ihlal edildi.
Haziran ayı sonlarında, Alman antropolog Adrian Zenz, Uygur doğum oranlarını düşürmek için sistematik bir zorla kısırlaştırma ve doğum kontrol programını detaylandıran yeni bir rapor yayınladı. Bulguları arasında, Sincan'ın iki büyük Uygur vilayetinde doğum oranlarının 2015'ten 2018'e yüzde 84 düştüğünü; bölgenin kırsal kesimlerindeki Uygur kadınlarının yüzde 14 ila 34'ünü kısırlaştırmak için kitlesel bir kampanya yürütüldüğünü belirtti.
Ayrıca kamptan kurtulan kadınların verdiği röportajlardan da edindiğimiz bilgilere göre, toplama kampında verilen ilaç ve iğneler uygur kadınlarını kısırlaştırıyor.
Kamplarda kısırlaştırma dışında uygulanılan bir diğer politika ise ‘’Birleşin ve Aile Olun’’ programı. Bu program kapsamında Han Çinlileri'ne mensup erkekler Uygur kadınları ile aynı evde kalabiliyor. Çin’in Halk Gazetesi bu olayı doğruladı.Daha çok erkekler kampa gönderilirken kadınlar evlerinde yalnız kalıyorlar, eşleri kamplara götürülmüş 1 milyon 260 bin Uygurun evine Çinli erkek gönderildiği yazıldı.
Han Çinlilerin , Uygur kadınları ile evlenmeleri teşvik ediliyor. Bu politika kapsamında Uygur kızlara ve Onların ailelerine baskı yapılıyor. Evlilik teklifini reddeden aileler ve onların kızları “Etnik Ayrılıkçı” ya da “Radikal Dinci” olarak suçlanarak toplama kampına atılıyor. Bunun medyadaki adı evlendirmek olsa da, bu eylem kişinin evlenme ve yaşama hürriyetini gasp ederek tecavüz etmekten başka bir şey değildir.
Bu zorlama ve baskılara dayanamayan kadınlar arasında intihar edenler de var.
Uygur kadınlarının üzerinde uyguladıkları bir diğer baskı ise, onların din hürriyetidir.
Çinliler, Müslüman Uygur kadınlarının başörtü takmalarını engellemeye ve kıyafet alışkanlıklarını zorla değiştirmeye yönelik sayısız girişimlerde bulundu. İslam dinini sembolize eden şeyler suç sayılmaktadır..
Uygurlara yönelik kültürel ve dini kısıtlama ve baskılar 2009 yılından itibaren giderek hız kazandı.
Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyafet giymesi kısıtlanırken, ramazan ayında yemeğe zorlanması, halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlanması da bu uygulamalardan bazıları.
Ve elbette her zulümde olduğu gibi burada da en çok etkilenenlerden biri de çocuklar, çoğu durumda ebeveynleri kamplarda tutulan Uygur çocuklarını devlet tesislerine gönderiliyor, çocuklar ailesinden,bağlarından koparılıyor. Böylece çocukları kültürlerinden asimile etmek kolaylaşıyor.
Din hürriyeti ile ilgili yasaklar, kamplarda zor ile ideolojiyi dayatmaları ve çocuklar ile ilgili politikalar kültürel soykırımın kanıtlarıdır.
Soykırıma dair daha çarpıcı kanıtlar ise, artık iddianın da ötesine geçmiş bir durum olan: organ ticaretidir.
Uluslararası Bağımsız Mahkeme, Çin'deki 'uygun' organ bağışçılarının sayısının 2017 için 5 bin 146 olduğunu, Çin'de yılda 60 bin ile 90 bin arasında olduğu tahmin edilen organ nakli operasyonlarının sayısı ile arasında önemli bir çelişkiyi tespit etti." Yani bu kadar az gönüllü bağışçı var iken , bu kadar çok organ naklinin yapılması neyi gösterir?
Çin hükümeti 2016 yılından bu yana Sincan eyaletinde geniş bir sağlık kontrolü kampanyası başlattı.
Testler sadece 12 ila 65 yaşlarındaki Uygur sakinleri için zorunlu tutuldu. Sunulan bu test programi çerçevesinde, kan örnekleri alınır (DNA analizi yapılıyor ki organ eşleşmesine ve dolayısıyla daha düşük ret oranlarına ulaşmayı sağlar, yani kan örneklerinden uygun donörlrtin veritabanı oluşur) ve bazen «ekonografi» incelemesi de yapılır. Bu incelemeler bir organın boyutunu, şeklini ve iç yapısını görselleştirmenizi sağlar. Bu şüpheli tibbi raporlara, çin hükümeti herhangi bir gerekçe göstermeye ihtiyaç duymadı.
Birçoğu için, kesin olan, bu testlerin amacinin gelecekteki bağışçıların (donörlerin) veritabanini olusturmak.
Han Çinlileri Sincan'daki nüfusun yarısından fazlasını oluşturmasına rağmen bu testlere dahil degillerdir.
Dolayısıyla bu testlerin sebebi onlari gözetlemek ve herhangi bir organ ihtiyaci durumunda potansiyel donörleri tesbit etmek.
Bu testler sayesinde hükümet, Uygurların kan grubunu ve organlarının durumunu bilebilir ve toplayabilir.
ultrason organ muayeneleri de dahil olmak üzere çeşitli tıbbi testlere tabi tutulan bir tutuklunun, Omir Bekali’nin ifadesi:
"Bu organ nakli için dünyanın her yerinden alıcılar geliyor. Bu organlar, önce yurt içindeki talebi karsilamak sonrada yurtdışındaki imkani olanlara tahsis edilmek için kullanılıyor.
Zoraki Taşıyıcılar Müslüman oldugundan ve hiç alkol veya domuz eti tüketmediginden, Çin esas olarak zengin Müslüman dünyasını hedefliyor."
Çin'in Mahkûmlarından Zorla Organ Toplaması sürecini değerlendiren uluslararası Bağımsız Mahkeme 2019'daki nihai raporunda, 'Falun Gong mahkumları organ tedarikinin muhtemelen ana kaynağı olmasına rağmen, bir şüphenin ötesinde, Çin'in Uygur Türklerinden zorla organ toplama gerçekleştirdiğine dair göstergeler olduğunu bildirdi"
Yani Çin hükümeti çok sağlıklı bir Uygur vatandaşını, uyuşan ihtiyaç organlar için öldürüyor.
Dünya Uygur Kongresi danışmanı Erkin Sidick, çeşitli kaynakları toparlamasıyla, helal organların varlığını ilk uyaranlardan biri: " Şangay ve Suudi Arabistan arasında çok sayıda Uygur organı taşıdığı haberini aldım. Çin hükümeti Suudi Arabistan'daki bu helal organları Müslümanları cezbetmek için kullanıyor. Bu yüzden, bu birkaç Körfez ülkesinin (Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri) Çin politikasına destek mektubu imzalamasının nedenlerinden biri budur
Dogu türkistan bölgesi, Sincan eyaleti ve Kaşgar havaalanı organların transferine izin veriyor.
Kachgar Havaalaninda isaretlerden birisi. James millwardin fotografi.
Yalnızca hayati önem taşıyan organlar değil, aynı zamanda güzellik ürünleri için de bu insanlar kullanılmaktadır. Temmuz ayında, ABD gümrük yetkilileri bölgeden insan saçından yapılan 13 tonluk güzellik ürünleri sevkiyatını ele geçirdi ve gözleri bağlı mahkumların tren vagonlarına götürüldüğü bir video viral oldu.
Şimdi gelelim, webinar’da çok ta üzerinde duramadığım ama çok önemli olduğunu düşündüğüm bir mesele : Covid-19
Zaten zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışan Uygur halkın durumu COVID-19 salgını ile daha da kötüleştirdi.
Çin Komünist Partisinin sansürü ve şeffaflık eksikliği nedeniyle, yeterince önlem almaması ile tüm dünya bu salgınla karşı karşıya. Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler kendi vatandaşlarına finansal destek sağlamak için çeşitli adımlar atıyor olabilirler ancak birçok savunmasız insan, özellikle de mülteciler, hala geride bırakılıyor.
Bu pandemi, günlük mücadelelerine daha fazla sefalet ekledi; çoğu kira veya elektrik faturalarını ödeyemiyor ve tıbbi bakım veya temel yaşam maliyetini karşılayamıyorlar.
Hem Uygur mültecilerin durumu hem de Doğu Türkistan’da kalan Uygur halkının durumu pandemi ile birlikte daha da kötüleşti. Kamplardaki hijyenik olmayan iğrenç koşullar, ve
Ayrıca yerel halkın verdikleri röportajlardan edindiğimiz bilgiler ışığında Uygur halkı , covid-19’a karşı bilmedikleri ilaçları içmeye zorlanıyorlar.
Hepimizin de az çok bildiği üzere ülkeler ve firmalar covid-19a karşı aşı/ilaç bulma yarışı içine girdiler. Bu insani olmaktan çok kapitalist çıkarları içeren bir yarış tarzı, ve Çin de yarışan ülkelerden biri .
Fakat denek(deney) olarak Uygur halkını kullanmaktadırlar.
Çin polisi, koronavirüs salgınının arttığı bir dönemde orta yaşlı bir Uygur kadını gözaltı merkezine götürdü ve orada diğer onlarca kadının daha bulunduğu bir hücreye bıraktı. Gözaltındaki kadın, hücredeyken ‘güçsüz hissettiren, mide bulandırıcı bir ilaç’ içmeye zorlandığını ve yutarken de nöbetçilerin sonuna kadar kendilerini izlediğini söyledi.
“Her yanımız haşlanmıştı (yanmıştı).” diyen ve tekrar cezalandırılma korkusuyla adının gizli tutulmasını isteyen kadın, telefonda konuştuğu AP ajansına(Associated Press), “Ellerim mahvoldu, cildim soyuldu.” dedi.
Yaşananlar hükümet belgeleri, sosyal medya paylaşımları ve Doğu Türkistan’da karantina altındaki üç kişiyle yapılan röportajlardan sonra ortaya çıktı.
Ayrıca Doğu Türkistan’da halka zorla içirilen Qingfei Paidu isimli bitkisel karışımlı ilacın, yüksek seviyede toksin ve kanserojen maddeler içerdiği için ABD, Almanya, İsviçre ve dünyanın geri kalanında kullanımı yasak.
Çoğunluğu Uygurlardan oluşan eski mahkumlar, kampların aşırı kalabalık ve sağlıksız olduğunu bildirdi. Virüs burada bir ayak tutuşu kazanırsa, insandan insana çok kolay bir şekilde yayılabilir.
Georgetown Üniversitesi'nde Sincan kamplarını yakından izleyen Çin tarihi profesörü James Millward, “Sıkışık koşullar, kötü hijyen, soğuk, stresli bağışıklık sistemleri - bu büyük bir felaket olabilir” diye yazdı.
Uygur halkının yaşadıkları, bugün dünyadaki en üzücü ve yine de en çok ihmal edilen insani krizlerden biridir. Ve Çin'in kitlesel tutuklama sistemi konusunda önde gelen araştırmacılardan biri olan Adrian Zenz'in belirttiği gibi, "Koronavirüs, Sincan krizine tamamen yeni bir boyut ekleyebilir."
Dünya Uygur Kongresi başkanı. Dolkun İsa, "Çin, Wuhan virüsünün herhangi bir kampa yayılmasını önlemek için elinden gelen her şeyi yapmalı çünkü sonuçlar felaket olacak ve muhtemelen son üç yılda keyfi olarak gözaltına alınan on binlerce Uygur'un ölümüyle sonuçlanacak" dedi.
Haaretz'e tanık olduklarını anlatan Kazak kadın Sayragul Sauytbay:
16 metrekarelik bir odada 20'ye yakın kişi vardı. Her odada tuvalet için plastik bir kova vardı. Her mahkuma tuvaleti kullanması için günde iki dakika verildi ve kova günde yalnızca bir kez boşaltılıyordu. ... Yemekler kötüydü, uyumak için yeterli saat yoktu ve hijyen iğrençti. Tüm bunların sonucu mahkumların ruhsuz bedenlere dönüşmesiydi.
Bunun gibi sefil koşullar, bulaşıcı hastalıklar için mükemmel bir üreme alanı oluşturur.
Ve ne yazık ki kamplarda yaşayan Uygurların ve mültecilerin durumu dünyada gündem olmadı.
Eğer covid-19 kamplarda yayılmış ise Çin'in bu konuda hayat kurtaracağını veya şeffaf olmayacakları belli, ve biz bu konuda endişe ediyoruz. Hükümet, 2003 SARS salgını sırasında olduğu gibi, başlangıçta koronavirüs hakkındaki bilgileri sansürlemişti. Maalesef ki kampların durumu belli değil. Bu pandemi sürecinde insanlık dışı koşulların olduğu kampların bulunması, insanların hala oralarda tutuklu kalması soykırımın en somut halidir. Neden dünya medyası bunu sorgulamıyor? Neden diğer ülkenin siyasetçileri bunları sorgulamıyor? Gerçi onun sebepleri belli, ekonomik nedenler. Peki ama neden uluslararası hukuk kuruluşları bu konuda etkin bir çözüm geliştirmiyorlar?
Tam da bu zamanda daha çok ses getirmeli ve daha çok yaymalıyız.
21.yy’da tanık olduğumuz bu soykırıma temel başlıklar ile değinmeye çalıştım
Bana sormak istediğiniz veya aklınıza takılan bir şey olur ise mail üzerinden yazabilirsiniz. eirene.feronia@gmail.com
Ayrıca bakınız :
¡ https://youtu.be/4kXBH21-dxM - BBC
¡ https://youtu.be/TKpyaDZkNfU - Guardian News
¡ https://www.uyghurcongress.org/en/ - World Uyghur Congress
¡ https://nationalawakening.org/ - East Turkistan National Awakening Movement
Son Yazılar
Hepsini GörKuşları çok seviyorum, özellikle de güvercinleri, posta güvercinlerini .. Bir kuş olmayı isterdim, hayır hayır bir kuş olsaydım büyük...
Bu gün sevgililer günüymüş o halde ben de sevgililerimi anmadan geçmeyeyim. Benim sevgililerimin bedenleri ölü, çürümüş ve kokuşmuş...
Comments