Kitap Önerisi : Hapishanenin Doğuşu
- SABO KOSİMOVA
- 8 Eyl 2019
- 5 dakikada okunur

KİTAP KÜLLİYESİ:
Kitabın Özgün İsmi: Surveiller et Punir Naissance de la Prison
Yazar: Michel Foucalt
Çeviri: Mehmet Ali Kılıçbay
İmge Kitabevi yayınları , 7.baskı Ankara 2017 / 445 sayfa
Daha önce Foucalt’ı tanıyanınız var mı? Hangi yönü ile tanıyorsunuz?
Deliliği Tarihi, Cinselliğin Tarihi , Hapishanenin Doğuşu, Biyopolitikanın Doğuşu… diye uzayıp giden bir liste, yazdıklarına bakılır ise bir tarihçi gibi görünüyor, hayır hayır bence o bir tarih filozofu… Klasik tarihçilerin aksine dışlanılanların, görmezden gelinip çöpe atılanların tarihini bulan , üzerine düşünmediğimiz küçük kavramlardan çarpıcı büyük gerçekliği görebilen ilginç bir tarih filozofu...
x-textbox/html
Sosyal bilimlerin Nicola Tesla’sı demek biraz iddialı kaçabilir belki ama
modern siyasi düşüncenin aykırı dehası olarak; iktidar’ın çıkarları ile çatışmaları, özel hayatlarında bize çizilen standartların dışına çıkmaları gibi benzer yönleri bulunmakta,
Sosyal bilimlerin Tarkovky’si de denilebilir zira bilirsiniz herkes Tarkovsky’ye kolay kolay ısınamaz onun ganimetlerinden faydalanmak neler yarattığını görebilmek için filmlerine biraz sabretmek gerekir.
Bir kere olsun onun sanatta güttüğü o kaygıyı o felsefi endişesini anladınız mı gerisi geliyor, Foucalt da öyle ilk başta okumaya zorlanabilirsiniz çünkü siz kronolojik bir tarih akışı beklerken kendinizi daldan dala atlayan bir curcunada bulursunuz o yüzden baştan belirtmeliyim ki kitaptan; hapishanenin A’dan Z’ye sıralı tarihini beklemeyin çünkü onun güttüğü endişe Hapishanenin Tarihinden çok çok farklı ,
nasıl ki Tarkovsky sinemayı edebiyat ve felsefeyi duyurmak için bir araç olarak görüyor ise Foucalt da; iktidarların adalet adı altında gizlediği çıkarları, ceza sistemindeki dönüşümleri inceleyerek , bu cezaların kim için, ne için işe yararlılığınıve hapishane sisteminin toplumda pek fark edilmeyen etkilerini anlatmaya çalışır,
yani anlayacağınız toplumsal-siyasi analizlere ulaşmak için tarihi kullanır ''tarih'' burada Tarkovsky’nin ‘’sinema’’sı gibi bir amaç değil bir araçtır.
Sosyolojik-siyasi analizleri ise bir amaçtır. Bu şekilde algılanılır ise kitabı dallı budaklı- konudan sapmış gibi değil de tam kıvamında bulur ve okumanın zevkini çıkarırsınız,
Şimdi ise amacına gitmek için kitabında nasıl bir yöntem incelediğine bakalım;
Kitap toplamda 4 bölüme ayrılmış olup her bölüm de kendi alt başlığından oluşuyor,
I – AZAP
Mahkumların Bedeni
Azap Çektirmenin Görkemi
II- CEZA
Genelleşmiş Ceza
Cezaların Yumuşaklığı
III- DİSİPLİN
İtaatkar Bedenler
İyi Terbiye Etmenin Araçları
Görülmeden Gözetim Altında Tutan Hapishane Sistemi
IV – HAPİSHANE
Eksiksiz ve Katı Kurumlara Dair
Yasadışlıklar ve Suçluluklar
Hapishane
‘’Azap’’ bölümünde daha çok hapishane öncesi cezalandırma yönteminden bahseder ki hangi şartlar altında hapishane sistemine geçtiğimizi daha iyi algılayalım,
mahkumların çektiği acıları okurken iliğinize kadar ürpereceksiniz,
Foucalt sadece mahkumlar ile sınırlamadı aynı zamanda bunun seyircisi halkın da dönem içinde nasıl bir dönüşüm gerçekleştiğine de değiniyor yani bir ceza sistemi var ve bu cezanın halk tarafından da nasıl karşılandığını da öğreniyorsunuz ve anlattığı halkın davranışlarından kendimizden de parçalar buluyoruz.
‘’Ceza’’ bölümünde daha çok cezaların nasıl olduğu, nasıl olması gerektiği, adalet açığının neyden kaynaklandığına dair gerek ıslahatçıların gerek halkın gerek arada serpiştirdiği kendi fikirlerinden çok yönlülüğü algılayabiliyorsunuz.
‘’Disiplin’’ bölümünde (ki aralarındaki en kalın ve ismine bakarak diğer bölümlere nazaran daha az şey katacağını düşünüp biraz önyargı ile başladığım bu bölüm, okumayı bitirdiğimde ise benim en sevdiğim bölüm oldu .)
Hapishane sisteminin aslında özgür(!) toplumu da içine barındıran bir proje olduğunu anlatmaya çalışıyor, ki aslında emekçi kesimin sık sık söylediği bu benzetmeyi farklı bir bakış açısı ile temellendiriyor, burada hiçbir klasik tarihçinin değinmeyeceği bir şeye değiniyor Foucalt: ‘’disiplin’in ve‘’sınav’’ın icadı, daha önce kim disiplinin ve sınavın tarihini didikledi ki? Dinsel kökenli ve manevi anlamlar barındıran ‘’disiplin’’in şimdi ise ekonomik çıkarlar uğruna kitleyi robotlaştırdığımız bir aygıt haline dönüşümü…
İktidarların beyinler üzerindeki en iyi denetleme icadı sınavlar…Bunun ile de sınırlı değil beden- iktidar ilişkisi üzerine geliştirdiği perspektifler…
Foucalt’ın özellik ile bu bölümünü referans vererek diyebilirim ki bu kitabı sadece hukukçular, siyasetçiler, sosyologlar, psikologlar değil aynı zamanda eğitim alanında yetkin herkesin özellik ile de bunun hedefleri olan sorgulayan öğrencilerin de okuması gerektiği, mimarlar da okumalı neden mi?
Çünkü mimariye de sıkça değinir Foucalt, evet iktidarın mimariyi nasıl kullandığını , ''ekonomi/tasarruf'', ''gözetim'' kavramlarını kullanarak mimari eserlerin siyaset içindeki aktif rolünden bahsediyor bunu Panoptikon örneği üzerinden temellendiriyor.
Ki zaten özellik ile siyasetin hiçbir alanı yok ki başka bir alan ile ilişkili olmayasın.
Her alan başka bir alan ile ilişkilidir görebilene, bağlantıyı kurabilene ve böyle birçok alanı harmanladığımızda daha verimli bir sonuç ortaya çıkıyor.
Birçok alan demişken edebiyata da değinir Foucalt, edebiyattaki ürünlerin toplumun mahkumlara karşı ya da polislere karşı olan bakış açılarını nasıl etkilediğine yani edebiyatın sosyolojiyi sosyolojinin de hukuku etkilemesi…
Günümüz modern çağını zaten benim gibi eleştiren biri idi iseniz bu bölümden sonra ufkunuz daha çok açılıp kendinize daha çok hak vereceksiniz ama bir taraftan da alternatif bir şeyi üretememenin garip bir bocalamasını yaşayacaksınız.
Son bölüm olan ‘’hapishane’’ bölümünde ise yine çok yerinde analizlerde bulunuyor Foucalt,
Sosyo-ekonomik durumun insanları nasıl suça teşvik ettiğini, ekonomi ve suç ilişkisine değinmesi çok önemli ki günümüzde bu önemli bir araştırma alanı olmalıdır, özellik ile Türkiye’nin ve dünyadaki diğer birçok ülkenin geçirmiş olduğu siyasal süreci adli süreci anlayabilmek adına bu bölüm her yurttaş tarafından okunmalıdır, burada kendimi daha fazla tutamadan biraz spoiler vermek durumundayım:
Mesela ekonomik olarak alt taban insanların yaptığı hırsızlıkların,vergi kaçırmaların suç teşkil edip cezası veriliyor iken üst tabandaki ekonomik durumu zaten yüksek olan- iktidar ile aralarını iyi tutan kesimin zekice ve acımasızca yaptıkları hırsızlıklar/sömürüler ve büyük vergi kaçırmalar göz ardı ediliyor. Yada büyük sömürüleri bizzat iktidar gerçekleştiriyorken yaşam koşullarının kendisini suça ittiği kimsesiz sokak çocukların (daha doğrusu sokağın kendisine kucak açtığı çocukların) yaptıklarına ceza verme cüretini ellerinde bulundurmaları…,
‘’Suçluluk doğası yoktur, bireylerin mensup oldukları sınıflara göre, onları iktidara veya hapishaneye götüren güç oyunları vardır,
Vergiye tabi fahişelik, doğrudan maddi hırsızlık, kapı kırarak yapılan hırsızlık, cinayet, haydutluk alt sınıflar içindir; buna karşılık becerikli soygunlar, dolaylı ve incelmiş hırsızlık, insan cinsinde hayvanların bilgince sömürülmesi, büyük taktik gerektiren ihanet, yüksek dolaplar nihayet gerçekten iyi kazanç sağlayan ve yasanın yetişemeyeceği kadar yüksekteki tüm kötülükler ve suçlar, üst sınıfların tekelinde kalmaktadır.’’(sf419)
Bu ve buna benzer birçok isabetli noktaları yakalayabiliriz zaten adalet konusunda bir arayışınız bir güvensizliğiniz vardı ise de bu kitaptan sonra Foucalt’ın daldan dala atlayan derin düşüncelerinde daha çok boğulacaksınız,
bazen bende aklımdaki her şeyi bir anda söylemek istediğimde belli bir akış içerisinde kendimi ifade etmekte zorlanıp daldan dala atlıyorum, fikirlerin röntgenini aynı anda çeken bir makine daha icat edilmediğinden ya da aynı anda her şeyi gösterebileceğim çok boyutlu bir zamanı düşleyemediğimizden birşey ile ilişkili her bakış açısını da aktarmak istediğimde nasıl ki zaman zaman konudan uzaklaşıyor isem (bence sizler de bu durumu yaşıyorsunuz) işte Foucalt da birçok alan ile ilgilendiğinden bir kelime onda birçok sembole tezahür edebiliyor o yüzden de zaman zaman konu akışı kesilebiliyor bunun farkında olarak kitaba başlamanızı istiyorum.
Ve kitabın içerisinde paylaştığı görüş ve tartışmalara baktığınızda yani Foucalt hangi ceza yöntemini benimsiyor diye sorduğunuzda net bir cevabın olmadığını göreceksiniz, bu kitabın yazarı farklı biri olsaydı ‘’bu kadar eleştiriyorsunuz, peki sizin öneriniz nedir?’’ diye sorabilirdim lakin Foucalt’ın özel magazinsel hayatına da göz kulak attığımızda gerek gençlik hayatında anlam bocalaması yaşaması intihar girişimleri gerek cinsel hayatındaki içsel toplumsal çatışmalar, gerek siyasi hayatındaki arayışları : adalet bulmak amacı ile üye olduğu komünist partiden Stalin’in yaptığı baskıcı politikalar yüzünden soğuyup ayrılması yani diyeceğim şu ki:
Foucalt hayatında kendisini ait hissettiği bir sığınağı hiç olmadı ve birçok alandan alana atlaması onda geniş bir ufku beraberinde getirdi o yüzden doğal olarak hiçbir düşünceyi körüne ‘’kesin doğru’’diye savunmamak çok önemli idi.
Onun içindir ki iktidarın yarattığı ‘’norm’’ları eleştirmiştir , kitabımızın ‘’disiplin’’bölümünde özellik ile bu icat edilen ‘’normal’’diye kabul ettiğimiz olgular üzerine değinmişti.
Son olarak sevdiğim birkaç küçük alıntıyı tadımlık paylaşmak istiyorum;
‘’Uyku ölümün imgesidir , yatakhane ise mezarın imgesidir…’’ (sf218)
‘’Mahkum ne kadar düşünme yeteneğine sahipse , işlediği suçtan o kadar sorumlu hale gelecek, aynı zamanda pişmanlığı da o kadar canlı ve yalnızlığı o kadar acı verici olacaktır. ‘’ (sf344)
‘’Çalışma modern halklara tanrının lütfudur; onlarda ahlakın yerini tutmakta, inançsızlıklardan doğan boşluğu doldurmakta ve her tür iyiliğin ilkesi haline gelmektedir. Çalışma hapishanelerin dini olmak zorundadır.’’ (sf352)(L. Faucher, De La reforme des prisons, 1838,s.64)
Umarım yazdıklarım sizi, kitabı okumak konusunda teşvik edecek,
Kitabı okuduktan sonra ise ‘’ HAPİSHANENİN DOĞUŞU- KİTAP ANALİZİ’’ başlıklı yazımı da okumanızı ve kitap üzerine tartışabilmeyi isterim.
Son Yazılar
Hepsini GörKuşları çok seviyorum, özellikle de güvercinleri, posta güvercinlerini .. Bir kuş olmayı isterdim, hayır hayır bir kuş olsaydım büyük...
Bu gün sevgililer günüymüş o halde ben de sevgililerimi anmadan geçmeyeyim. Benim sevgililerimin bedenleri ölü, çürümüş ve kokuşmuş...
Comments